Ayşe Düzkan: Ne Üzgün Ne Öfkeliyim – Bianet
28.12.2018 – Bianet
Uçsuz bucaksız bir ormanda, amansız bir fırtınanın ortasındasınız.
Şimşekler çakıyor, fırtınanın sesi giderek artıyor. Binalar yıkılıyor, bazı ağaçlar devriliyor. Tek tek gidiyor sevdikleriniz.
Bir anda elektrikler kesiliyor, kapkaranlık oluyor her şey. Gözlerinizi kısıp etrafınızda olan biteni anlamaya çalışırken karşılaşıyorsunuz onunla.
Etrafına ışık saçarken kendi de o ışıkla ayakta duran en kendi olan bir ağaca takılıyor gözünüz.
İşte o ağaç gibidir Ayşe Düzkan.
Haberlerini sosyal medyada paylaştığı ya da “haberleriyle moral verdiği” için gazetecilerin tutuklandığı, kıyamet gibi bir fırtınanın ortasında, feminist bir kadın gazeteci olarak dimdik ayakta duruyor.
Yakın zamanda 18 aylık cezasını çekmek üzere Bakırköy Kadın Cezaevi’ne girecek. Suçu gazetecilik dayanışması.
Düzkan, onlarca gazeteciyle birlikte Özgür Gündem gazetesi için düzenlenen dayanışmaya, “nöbetçi genel yayın yönetmeliği” kampanyasına katılmıştı.
Yakın zamanda yayımlanan “05 17” isimli kitabında Düzkan, yetmişin üzerinde yazısını topladı.
Kitap, adını Türkiye’de yapılan ilk feminist eylem sayılan 7 Mayıs 1987’de Yoğurtçu Parkı’ndaki “Dayağa Hayır” mitinginin tarihinden alıyor.
Cezaevine girmeden önce okurlarına yazdığı veda yazısında, “Şu 18 aydan bahsetmek bile ayıp geliyor” diyen Düzkan’la, söyleştik.
“Feminizmle tanıştıktan sonra yazmaya başladım” demişsiniz, öncesinde hiç mi yazmadınız?
Günlük Demokrat gazetesinde işçi sendika muhabiriydim. Ama ben haber yapmakla ve gazetecilikle yazarlığı biraz ayırıyorum.
Feminizm beni cesaretlendirmiştir tabii ama bundan daha çok yazma ihtiyacı yarattı çünkü her şey çok yeniydi, çok az feminist çok fazla feminizm düşmanı vardı falan.
Feminist yazım neden önemli sizce?
Herhangi bir politik hareket yazı olmadan olmaz. Yazmak işin başı. Ama bunun dışında feminizm daha önce bakılmayan alanları, daha önce başvurulmayan bakış açılarıyla ele aldığı için, görünmezi görünür, yoksayılanı politik kıldığı için de önemli.
“Yazar farklı sömürü biçimlerini de hesaba katabilir”
Ekoloji sorunlarına veya sizin daha çok ilgilendiğiniz Kürt meselesine feminist perspektiften bakmak nasıl bir bakış açısı kazandırıyor size?
Ekoloji hiç bilmediğim bir alan. Ben sadece Kürt meselesiyle değil Filistin davasıyla da ilgiliyim. Ama kapitalist sınıflar mücadelesini gözardı etmiyorum. Mücadele ederken bunları tabii ki ayrıştırıyoruz, farklı alanlar, farklı örgütlenmeler, farklı kampanyalar söz konusu. Ama bir yazar böyle yapmak zorunda değil, hatta gerçeğin bütününe ulaşmak için tam da aksini yapmak yani farklı ezme ve sömürü biçimlerini hesaba katmak gerekiyor. Bunu feminizmden öğrendiğimi söyleyebilirim.
Sizce iyi bir feminist gazeteci olmanın yolları nelerdir?
İyi bir gazeteci olmaktan farksız bence, gerçeğin peşinde olmak, ayrıntıları görmek, merak, araştırma. Farklı alanlardan haberlere eğilirken, özel alanı, magazin sayılanı sorgulayarak bakma.
Belki bunun bir formülü yoktur ancak feminist kadın gazetecilere yönelik bir okuma listeniz var mı?
Maalesef. Ama Simone de Beauvoir’ın İkinci Cins’i her kadın için iyi bir başlangıçtır diye düşünüyorum.
“Dayanışmanın suç” ilan edildiği bir dönemden geçiyoruz…
Belirleyici olan dayanışmanın, eleştirinin suç ilan edilmesi değil bence. Hangi eleştirinin yaygınlaşmasının istenmediği, kimlerle dayanışmanın suç ilan edildiği. Ve bütün bunların neyi saklamaya yarayacağı. Siyasal baskı bugün Türkiye’de olup bitenin merkezinde değil, böyle görürsek, kendi derdimizi toplumun derdi zannetme hatasına düşeriz. Oysa tam aksine, toplumun derdini kendi derdimiz haline getirmemiz gerekiyor.
“Erkek yol arkadaşlarımdan da çok destek gördüm”
Size verilen cezayla özellikle kadınların sizin etrafınızda kilitlendiğini görüyorum. Siz bu konuda ne düşüyorsunuz?
İlk mahkemeye çıktığım gün gerçekten de birçok feminist yol arkadaşım yanımda oldu, sağolsunlar. Ama şu ceza sürecinde erkek yol arkadaşlarımdan da çok destek gördüm, haklarını yemeyeyim. Kimden gelirse gelsin bu ilginin benim kişiliğime değil, dile dökmeye çalıştığım politik yaklaşım olduğunu biliyorum. Ama bu olayın öznesinin ben değil Gazete olduğunun da farkındayım. Evet, büyük harfle Gazete. Diğer yandan cezaevinde o kadar çok gazeteci var ki, çoğunun adlarını bile bilmiyoruz. Onlardan kat be kat daha fazla siyasi tutuklu ve hükümlü var.
“Bu da geçer”
Cezaevinde yapacaklarınıza dair bir listeniz var mı?
Hayır yok. Çünkü koşulları kestiremiyorum ve çok planlı bir insan değilim. Ama beni yeni arkadaşların, ilginç sohbetlerin beklediğinden eminim.
“Yazmaktan başka bir şey bilmiyorum” diyorsunuz bunu biraz açar mısınız?
Yazmaktan başka bildiğim şeyler var aslında. Fena yemek yapmam. Çeviri, editörlük yaparım, anaakımda çalışırken modadan kitaba çok farklı konularda haber ve sayfa yaptım, en severek yaptığım iş müzik gazeteciliği oldu. Ama şu dönem için yazmaktan başka yapabileceğim bir şey göremiyorum.
Son olarak eklemek istedikleriniz var mıdır?
Bu da geçer. Ne üzgün ne öfkeliyim. Üzülecek bir şey yok, öfkeyi aşıp daha yararlı bir şeye dönüştürmeye çalışıyorum.
Ayşe Düzkan’ın bianet yazıları için – TIKLAYIN
Sabitfikir dergisinde yazıları yayınlanan Ayşe Düzkan, dergi için hazırladığı biyografisinde kendisini şöyle tanıtıyor:
“1959 doğumluyum. 1970’lı yılların başında solcu, 1980’li yılların başında feminist oldum. demokrat gazetesi, feminist, kadınlara mahsus gazete pazartesi, radikal, milliyet, pişmiş kelle, hayalet gemi, expres, kırmızı alarm, kaosgl, 2000’de yeni gündem ve özgür politika gibi yayınlarda ve www.gazetem.net’te yazdım, bir dönem pazartesi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptım. şamdan plus, sabah gazetesi hafta sonu eklerinde çalıştım, gazetenin kitap eki editörüyüm. çalar saat, erkekliğin kitabında yazmaz bu ve Behiç Aşçı kitabı ve 05 17 isimli dört kitabım ve çevirilerim var.” |
https://m.bianet.org/bianet/medya/203986-ayse-duzkan-ne-uzgun-ne-ofkeliyim
Yorumlara kapalı, fakat geri izlemeler ve pingback açık.